Börklüce Mustafa – nam-ı diğer Dede Sultan’daki ortak kullanım öğretisi en az iki bin yıllık bir geçmişe uzanır. Bu öğretiye Lykurgos’un uygulamalarında, Yunan düşünürü Platon’un “Doğru ve İdeal Yönetim” felsefesinde rastlarız. Aynı öğretiyi İngiliz düşünürü Thomas Morus’un “Ütopya Adası”nda bulmak da mümkün. Campanella’nın “Güneş Ülkesi’nde”, Aristo’nun adalet arayışında da vardır. Ortaklık düzeninin atası kabul edilen Karl Marks ise, “Komünist Manifesto”yu ortak kullanımı temel alarak yazmıştır.
Ahmet Arif,
“Karl Marks daha dünkü çocuk sayılır!” derken, Börklüce Mustafa ve Torlak
Kemal’in eşitlikçi, özgürlükçü ve paylaşımcı dünya görüşünü yansıtan “Nikâhlı
kadınlar hariç, ben senin emlâkine
tasarruf edebildiğim gibi sen
de benim emlâkime aynı sûretle tasarruf edebilirsin” söylemine
gönderme yapmış olmalı!
Börklüce Mustafa’nın görüşü ileriki yıllarda Nazım
Hikmet’in destanında, “Yarin yanağından gayri her yerde ve her şeyde hep
beraber!” belgesi olarak dizelerde yer alır.
Börklüce ve müritlerinin dudaklarından dökülen “İriş Dede Sultan
iriş!..” nidâsı ise, Alman kaynaklarında “İriş rabbimiz İsa iriş!” olarak
karşılık bulur.
Alman tarihçiler, 1416’da
girişilen isyanın arka planındaki iktisadi ve toplumsal dinamikleri 19.
yüzyılın ilk yarısından itibaren irdelemeye başlamışlardır. Alman şarkiyatçılar
o tarihe kadar Anadolu topraklarındaki toplumsal hareketliliği, onların yalnızca
tarihsel dokuları üzerinde durup, Osmanlı vakayinamelerden aktarımlar yapmakla
yetinmişlerdir. Bu aktarımlara ilk defa 1588 yılında Johannes Löwenklau’nun
“Türkischen Historien” adlı çalışmasında rastlanır. Alman kaynakları
1588 yılında Johannes Löwenklau’nun aktarmacı tarih anlayışı çerçevesinde
değindiği Börklüce Mustafa İsyanı, lirik
şiirleriyle tanınan şair Leopold
Schefer’in “Güneş’in Altında Çarmıha Gerilenler” romanı ile doruğa çıkmıştır.
Börklüce İsyanı, Fransız Devrimleri’nin Almanya’daki takipçisi Johannes
Scherr’in kaleminde, komünist manifestoyu Anadolu topraklarında uygulamak
isteyenlerin isyanı olarak görülür. Buna karşın, “Güçlülerin Tarihi”ni yazan
ve Osmanlı Devleti’ne olan hayranlıklarını
gizlemeyen Zinkeisen ve Hammer gibi tarihçilerin kaleminde Börklüce Mustafa,
dış mihraklı, bozguncu bir isyankardır. Tek bir nedene dayandırmadan, dönemin
toplumsal, ekenomik, siyasi, dini, kültürel yapılarını ayrıntılarıyla ele
alarak değerlendiren Babinger, Kissling, Wädekin ve Werner gibi postmodern
tarihçiler ise Karaburun’daki isyanı kaynaklara dayalı bir şekilde araştırıp
inceleyen, postmodern tarih anlayışını öne çıkartan şarkiyatcılar olarak kayda
geçer.
1416’dan bu yana önemini
koruyup bağrında birçok gizem barındıran Börklüce Mustafa İsyanı konusunda birçok yazar,
tarihçi ve akademisyen iddialarda bulunmuş,
gerçeğe yakın ya da uzak, birçok söylenti ortaya atmışlardır. Börklüce İsyanı’nda
tarihsel verilerin temel sorunu, bilgilerin bir bölümünün gerçeğe dayanmayan
söylence ve iddialardan oluşmuş olmasıdır! Buna ek olarak, tarih yazanlar
siyasal emelleri uğruna, kendi sübjektif değerlendirmelerini işin içine
katarak, var olan tartışmalı durumu daha da içinden çıkılmaz bir hale
getirmişlerdir.
Ayrıca somut kaynaklara dayalı
veriler çok az olmakla birlikte, var olan somut verilerin çoğunun egemen güçlerin emrindeki tarihçiler
tarafından manipule edilerek yazıldığını göz önünde bulundurmak gerekir. Bu kapsamda
Börklüce İsyanı ile ilgili doğruluğundan
kuşku duyulmayan bilimsel verilere ulaşmak zorunludur! Karaburun İsyanı’nın,
Alman kaynaklarındaki varlığını daha derin araştırmalarla irdelemek gerekli bir
görevdir. 15. yüzyılda Alman kaynaklarında Latince kaleme alınmış eserlerin
yanı sıra, Alman arşivlerinde geniş yer bulmuş olan Bizans araştırmalarında Karaburun’daki
isyanla ilgili bilgilerin titizlik ve ivedilikle incelenip ortaya çıkartılması
gerekmektedir.